Osmanlıya Mersiye

Tarix: 10-2-2015 // saat: 13:28
Sevgili Dostlar,
İnsanlar çok sevdiklerini kaybettiğinde arkasından ağıtlar veya mersiyeler yazardı. İşte ben de Osmanlı ardından bir mersiye yazısı yazma ihtiyacı hissediyorum. Bunu oturup haline ağlamak gibi yorumlayanlar ulursa hata edeceklerdir; çünkü ağıtlar, mersiyeler hayata yeniden bağlanışın işaretidir. Kaybedilenin ardından akan yaşlar tarlaları sulayan çeşmeler misali yeniden doğuşun da müjdesidir; insan kavuşmak için mücadele ettikten sonra mutlaka sevdiğine bir şekilde tekrar kavuşur. Bu ahrette de olsa fark etmez, yeter ki sonunda kavuşulsun.
Dostlar,
Benim gözyaşı döktüğüm ve mersiye yazdığım sevgilim, “yurtta ve cihanda sulhu” sağlamış bir devlet: Osmanlı. Kim ne derse desin yüzlerce yıl nizam-ı âlemi sağlayan ve ilâ-yı kelimetullahı bayraklaştıran bu devleti özlememek imkansızdır. Hele de bugünlerde. Yüzlerce Müslümanın kanının oluk oluk aktığı şu devirde “dur” diyebilecek bir gücümüzün olması fena mı olurdu?
Dostlar,
Şah mı, Sultan mı? soruları ile gönlümüzü bulandırmak yerine, İran mı, Turan mı deyip bir birimiz yemek yerine; Şii mi, Sünni mi diye küsüşmek yerine; “illa da İslam, İlla da İslam” deyip birbirimize sarılsak ne güzel olur. Aramızdaki anlaşmazlıkları azaltıp, uzlaştığımız konuları geliştirsek ne güzel olur.
İşte size kaybedilen bu birliğin sonunda ciğer yakıcı hezimetlerin mersiyesi. Ağlayın, ağlayın dostlar, düştüğümüz ayrılık odlarına, girdiğimiz küçük çıkar bataklıklarına ağlayın:
Osman Yüksel Serdengeçti, bizim için ağlamış ve şöyle demiş:
Bin yıl oldu toprağına basalı
Hayli oldu kılıçları asalı
Bülbüllerin onun için tasalı,
Sazlar kırık ayar tutmaz telleri
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Evet biz, koskaca cihan devletini ne yaptık, şimdi kırık sazlarla onun ağıtını söyleyip göz yaşı döküyoruz. Bu gözyaşı tam yüz yıldır akıyor, yetmez mi? yetmez mi? dostlar…
Yol görünür, hakan emir verirdi,
Dalga dalga ordularım yürürdü,
Hamlemizden dağlar taşlar erirdi
Dolu dizgin aştık nice belleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Şimdi bu ordular, bu hakanlar yok diye ağlamalı mı? Yoksa göz yaşlarımız kurudu, artık tekrar diriliş zamanı deyip ayağa kalkmalı mı?
Yıldız doğar, tarihimiz belirir,
Sabah olur, ulufeler verilir,
Bir seferde dört krallık serilir,
Al al ettik kara kara tülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Bir zamanlar bir seferde dört krallık deviren Türkler artık Hocalı’da, burnun dibinde, Türkler katledilirken parmağını bile oynatamıyor. Biraz daha ağlayalım…
Ferman çıkar, dal kılıçlar takınır,
Meydanlarda Rabb’a dua okunur,
Gölgemizden bütün cihan sakınır,
Andırırdık coşkun akan selleri ,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Artık gölgemizden değil, gövdemizden bile cihanın haberi yok. Biz neyledik o koskoca elleri? diye ağlamaya devam mı edelim, kalkıp “Yeter artık bu dünyada bir de Türk gerçeği var.” mı diyelim.
Hocalılar, Plevneler bizsizdir,
Yosun tutmuş camilerim ıssızdır,
Boynu bükük minareler öksüzdür,
Açmaz olmuş kızanların gülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Hocalı, Hocalı, Hocalı âh Hocalı, bu dizelerin arasına girmeseydin ne güzel olurdu. Acizliğin son halkası kırılsaydı ve bizim kızanlarımıza göz dikenlerin gözleri bir daha dünyayı görmeseydi. Bu da sadece bir dilek oldu. Dilek yerine bilek olmaya ne dersiniz; hem de tek bilek; Türkün bükülmez bileği…
Hali görür, geleceği sezerdik,
Bir zamanlar ta Vistül’de gezerdik,
Haritayı biz kendimiz çizerdik,
Fetheyledik deryaları, çölleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Rodopların ak başları yaslıdır,
Serdengeçti gönül artık usludur,
Rüzgarları bile matem seslidir,
Zafer zafer der, eserdi yelleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..
Rüzgarların matem sesini artık Kafkasya’nın gür fırtınasına, Rodop dağlarının kasırgasına, Torosları haşmetine döndürmenin zamanı gelmedi mi, dostlar, gelmedi mi?
Ne olur Necip Fazıl gibi umutlar dağıtalım, ağıtları bırakalım. Yetişir bu kadar gözyaşı, bu kadar kan, bu kadar mersiye. Haydi döndürelim şu gidişi tersine:

Kırılır da bir gün bütün dişliler,
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim.
Gökten bir el yaşlı gözleri siler.
Şenlenir evimiz barkımız bizim.
Yokuşlar kaybolur çıkarız düze.
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze.
Sapan taşlarının yanında füze,
Başka âlemlerle farkımız bizim.
Kurtulur dil, tarih, ahlâk ve iman.
Görürler nasılmış neymiş kahraman.
Yer ve gök su vermem dediği zaman,
Her tarlayı sular arkımız bizim.
Gideriz nur yolu izde gideriz.
Taş bağırda, sular dizde, gideriz.
Bir gün akşam olur, biz de gideriz.
Kalır dudaklarda şarkımız bizim
Dostlar, gelin şu dünyadan göçüp gitmeden önce torunlarımıza yeni bir dünya hazırlayalım. Onlar Turan ellerinde serbestçe gezen, deste deste kardeşliği biçen, yudum yudum mutluluğu içen, adaletle dünyaya nizam veren bir Türk Birliği asrına doğsunlar.

Metin HAKVERDİOĞLU
 

Özəl Xəbər
Son şərhlər
Siz də yazın
SİZ DƏ YAZIN