Türkleşmek, Muasırlaşmak, İslamlaşmak

Tarix: 12-1-2015 // saat: 16:05
Sevgili Dostlar,
Her şeyin karma karışık olduğu bir devirde yaşadığımızın herhalde farkındayızdır. Bu karışık dünya düzeni acaba biz Türklerin eseri mi? Bizler dünyada kaosun mu, kozmosun mu temsilcisiyiz? Dünyanın kaderinde olumlu bir hissemiz oldu mu, olacak mı?
İşte dostlar, bütün bu sorular bence her Türk’ün kafasında, her gün binlerce defa çakan şimşekler gibi alevlenip durmaktadır.
Dünya üzerindeki iki yüz elli milyon Müslüman Türk, bu gezegenin tarihinde nasıl altın sayfalar yazmışsa inanıyorum ki yine aynı şanlı destanları yazacaktır.
Türkleşmek tabiri ile dünyayı sadece Türkler yönetsin demediğimizi açıklayarak yazıma başlamak istiyorum. Hitler gibi üstün ırk olduğunu iddia eden bir faşist olmak hiçbir Türk’ün akılından geçmez. Bizler bir realite olduğumuzu haykırmak ve bizim olmadığımız yerde birlikten ve güvenlikten bahsedilemeyeceğini anlatmak istiyoruz. Düşünün, dünyada Batılı devletlerin- buna Rusya ve Çin de dahil- karıştırmadığı bir ülke var mı? Kim ki var, der, onun kafasını kumdan çıkarmayan devekuşundan farkı yoktur. Peki, bu realiteyi kabullenip sıranın bize gelmesini mi bekleyeceğiz?
Dostlar,
Biz Türkler, bu coğrafyanın en temel gerçeğiyiz, Allah bize şu misyonu yüklemiş: İlâ-yı Kelimetullah, Nizam-ı Âlem. Bu coğrafyada Allah’ın adını Avrupa içlerine götüren, yüz yıllarca dünyanın düzenini sağlayan başka bir millet varsa söyleyin. Yok! Delhi’den, Viyana’ya kadar tüm bu mümbit coğrafya bizim malımızdır ve bizimle hür ve müstakildir.
Diğer milletlerin bu gücün içindeki durumu nedir, derseniz; gayet basit bir açıklaması vardır: Bir devletin her kuruma ihtiyacı vardır.
Yani, devletin başı Türk olmalı; çünkü en yoğun nüfus onların, en güçlü devlet kurma ve yönetme iradesi onlarda, en teşkilatçı ruh onlarda. Ancak bu devletin işleri sadece yönetimle bitmez ki, adalet, sanat, ticaret, para… bu hususları kim idare edecek?
Dostlar, size ilginç bir misal vereyim: Osmanlının neredeyse tüm para işlerini Yahudiler idare ediyordu. Devlete zararları dokunmadıkça hiç kimse onlara yan gözle bakmadı. Aynı şeklide sadrazamların çoğu Balkanlardan çıktı, hiç kimse onları hor görmedi. Kürt’ü, Arap’ı, Çerkes’i, Arnavut’u sosyal hayatta hak ettiği yeri aldı ve en iyi yaptığı işi icra etti.
Dostlar,
Herkes baş olmaya kalkışınca olanlar oldu.
İşte Türkleşmekten kastedilen budur. Ben bunu bilir bunu söylerim: Ya devlet başa ya kuzgun leşe!
Peki muasırlaşmakla neyi kastediyoruz?
Dostlar,
Batı dünyası kaderinin onlara çizdiği oyunu oynuyor: Alan el olmak. Avrupa’da ham maddenin olmayışı onları doğal “alan el” haline getirmiştir. Bu zor şartların insanı, gidebildikleri her yerin değerini almayı şiar edinmişlerdir. Bu alınan şeyler hem maddidir, hem de manevî. Bizden aldıkları ile hem maddi planda zenginleştiler, hem de akli ve fikri anlamda.
Şimdi karar vermemiz lazım: Bu arsız, almaya devam mı etsin? Bizi birbirimize düşürüp altımızdan kilimimizi çalmaya gayret mi etsin? Yoksa ifşa edilip hesap mı versin?
Bu düzen böyle kurulmuş, böyle devam eder, diyorsanız siz bilirsiniz. Fakat dünyanın acılar içinde gözyaşı dökmesine seyirci kalmak hak ve adalete sığar mı?
Batı için Mehmet Akif gibi:
Alınız ilmini Garb’ın, alınız sanatını,
Veriniz mesainize hem de son süratini
Sade Garb’ın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız
Çünkü milliyeti yok sanatın, ilmin yalnız.”
diyebilsek herhalde çalınan en değerli şeyimizi, ilmimizi geri alabiliriz. Batı ile ilişkimiz “Batılılaşma” değil “Geri alma” olmalıdır.
Sevgili Dostlar,
Batı, materyalisttir; çünkü öyle olmazsa hayatta kalamayacağını sanır. Batı, alıcıdır; çünkü kendi hammaddesi yoktur. Batı, medeniyet gelinini misafir etmektedir; çünkü kendi içinde harika bir birlik sağlamıştır. Batı, ilmimde ileridir; çünkü çalışmaktan başka şansı yoktur.
O halde gelin onların ilmini alalım; karşılığını verelim. Onlarla düşman değil, ortak olalım; ancak eşit şartlarda ortak. Onların bize layık gördüğü kadar özgür, onların bize layık gördüğü kadar zengin olmayalım. Onlarla birilikte zengin ve müreffeh olalım. Bizler biliyoruz ki, adaletli kullanılırsa bu dünya nimetleri binlerce yıl daha insanlığa yeter de artar bile. Gelin Batıya insanlığı ve insaflılığı öğretelim; onlardan da ilmini ve tekniğini isteyelim. Bizim ham maddemiz, onların mamul maddesi kardeş olsun. Kaos yerine, kosmosta birleşelim. Kan dökmeden de petrol, gaz ve teknik paylaşılabilir. Yeter ki adaletin topuzu Türk milletinin elinde olsun.
İslamlaşmak ile kast ettiğimiz ise, ruhumuzdaki Allah ve Ahiret inancını canlı tutmaktır. Kim ki hiç kimsenin görmediği yerde “Beni gören biri var.” diyor; ondan kötülük beklenmez. O yanında polis olarak daima Allah korkusunu taşır. Kim ki “Yarın ahrette hesap günü var.” bilinci ile hareket eder, o insan Yaratan’a ve yaratılana kem gözle bakamaz.
Dostlar,
Bizler Müslüman olarak şu şiardayızdır, bizim iki temel direğimiz vardır: “Bizi yarattığı için teşekkür amaçlı Allah’a ibadet; O yarattı diye yarattıklarına hizmet.” Yani sadece ibadet etmek tek ayakla yürümek gibidir. Yaratan’a tabii ki ibadet edilecek; ancak Allah’ın yarattıkları içinde hizmet farz kılınmıştır. Sadece ibadet edenler, nasıl çıkmaza düşerse, sadece hizmet edenler de çıkmaza düşerler. Dinsiz ilim topla, ilimsiz din kördür.
Gelin Dostlar,
Ölümünün 60. Yılında Mehmet Emin Resulzade’yi bu yönü ile bir kez daha inceleyelim. Ondan yola çıkıp yeni ufuklara yürüyelim. Onun “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” fikrinden yeni bir gelecek inşa edelim.
Bu mümbit günlere ulaşsaydı herhalde Resulzade de bunu isterdi.
Ne mutlu Türküm diyene!
Ne mutlu Müslümanım diyene!
Ne mutlu “Yurtta sulh cihanda sulh” diyene!
 
Dos.Dr. Metin HAKVERDİOĞLU

 

Özəl Xəbər
Son şərhlər
Siz də yazın
SİZ DƏ YAZIN