Evlat Acısı

Dünyada en büyük acılardan birisi de evlat acısıdır.

Tarix: 13-12-2014 // saat: 11:42
Sevgili Dostlar,
Dünyada en büyük acılardan birisi de evlat acısıdır. Bu acıyı en yakıcı hali ile yaşayan iki insan, birbirini çok seven İsmail Şirvanî ve Mir Hamza Nigarî’dir. Kaderin cilvesi bu iki Allah dostu, kader ve gönül birliği gibi acıda da beraberlik yaşadılar. İkisi de yavrularını en ummadık zamanda kaybettiler. İsmail Şirvanî, Abdülhamid adlı oğlunu Yeşilırmak’ta yitirdi. On, on iki yaşlarında olan bu yavrunun acısını aşağıda kendi ağzından anlatmaya çalıştım. Metnin sonuna ise oğlunu on sekiz yaşlarında, bir civanken delikanlıyken kaybeden Mir Hamza’nın haykırış şiirini ekledim.
Aşağıdaki metin Gül Kokulu Mevlanâ adlı romanımdan alınmıştır ve Mir Hamza’nın gazeli İsmial Şirvanî’ye söyletilmiştir. Acı aynı, babalık duygusu aynı, kader aynı…
“O günlerde ağır bir hastalıktan dolayı Hatme-i Haceganı dahi vekilim ve kayınbiraderim İsa Ruhi’ye bırakmak zorunda kalmıştım. Odamdan çıkamıyordum. Periana, tüm gün sıkıntılıydı; sürekli odama girip çıkıyor, huzursuz bir tavır sergiliyordu. Hanımım, hayatımın en büyük serveti, ahretimin en büyük destekçisi ve beni annemden sonra en çok teselli eden Zahide’m, odaya bulutlu gözlerle girdiğinde bir şeyler olduğunu anladım. Zahide’m, haberi vermeden önce bir soru sordu: “Efendi, sana çok değerli bir emanet verseler ve sen ona alışsan; sonra da o emaneti geri isteseler ne yaparsın?” En değerli emanetin ne olduğunu bildiğim için gözlerimde iki damla yaşla; “Tabii ki emaneti sahibine veririm.” dedim. “Oğlumuz Abdülhamid’i Yeşilırmak’ta şehadete yolculadık bey!”, dedi ve hüngür hüngür ağladı.
Bu durumda söylenecek tek şey vardı: “İnnalillah ve innâ ileyhi raciun.” Yalnız yüreğimdeki yangının büyüklüğü beni hayretlere düşürdü; daha hâlâ dünya ile bu kadar sağlam bağlarım mı vardı? Evlat acısı insanın içini neden bu kadar derinden yakıyordu?
Rabbime yönelip sevgili Peygamberimi düşündüm. O da aynı acıyı, Hazret-i Kasım’da yaşamıştı. Şimdi onun kalbindeki acıyı, en tazesinden yaşıyor ve iliklerimden sızı sızı geçişini tadıyordum. Belki de kimse görmediği için olsa gerek, Zahide’m ile birlikte uzun bir süre gözyaşı döktük; sonra birbirimizi teselli ettik. Anne yüreği daha bir alevli yanıyordu. Uzun süre onun gözlerindeki hüznü silemedik.
Bu hüznün en büyük sebebi de, yavrumuzu ellerimizle kabrine koyamamamız oldu. Yeşilırmak oğlumu, Abdülhamid’imi geri vermedi.
Bir gün Yeşilırmak kenarına gidip içimden dökülen şu dizeleri sulara fısıldadım:
Nazarımdan bugün ol serv-i revanım gitdi
Ne durursun yürü ey dil yürü cânım gitdi
Takatim yok ne edem âh ki ma'zûram tâ
Çıkdı canım bedenimden ki cananım gitdi
Hâk-i pâyi ki ırağ oldu gözümden o gün
Dedim eyvah gözüm nuru vü îmânım gitdi
Ne edem çâre ne, azm eyledi ol ayrılığa
Ne edem çâre nedir, çıkdı revanım gitdi
Bî-kesem yokdu kesim, lutf-ı Hudâdan gayrı
Kalmadı tâb u tüvanım, ki emânım gitdi
Derin bir nefes alıp gökyüzünün engin maviliğine baktım. Burada her şey; ama her şey fâni idi. Ancak fâni olduğu kadar da güzel ve cezp ediciydi. Allah-u Teala her şeyi bir sebeple halk etmek ve her şeyi bir mantığa oturtmak için insanları anne, baba gibi vesilelerle göndermiş ve onları birbirine sevdirmişti. Dünyaya gelecek çocuğa, anne karnında iken, seni orada iki melek bekleyecek desen inanamaz; ama gerçek bu. Anne ve baba birer melek misali onu koruyor, kolluyor; hatta o kadar sahipleniyor ki emanet olduğunu unutuyor. Bâki âlemin tarlası olduğu için bu dünyada başımıza gelenlerin tam sebebini bir türlü anlayamıyoruz; ancak çabalayıp duruyoruz. Belki de en güçlü ateşlerde saflaştırılan madenlerin en değerli madenler olduğu gibi, biz de en güçlü acılarla pişiyorduk.”
Allah İsmail Şiravnî’ye ve oğlu Abdülhamid’ine; Mir Hamza Nigarî’ye ve oğlu Siraceddin’e rahmet eylesin.

Mir Hamza Nigarî’ye aittir.
 
Dos.Dr. Metin Hakverdioğlu

Özəl Xəbər
Son şərhlər
Siz də yazın
SİZ DƏ YAZIN