Fakat insan hakları aynı zamanda günümüzdeki güçlü devletlerin güçsüzlere oynadığı oyunun da adı... Sömürmenin, yok etmenin kılıfı. “İnsan haklarını, demokrasiyi getiriyoruz!” diye girilen ülkeleri görüyoruz: Dün Cezayir, Afganistan, Filistin, Irak ve bugün Suriye...
İnsan haklarının gerçekten bizleri koruduğunu mu düşünüyorsunuz? Güçlülerin güçsüzlere oynadığı oyun ne zaman sona erecek acaba? Bu işin sonu ne zaman gelecek? Gelin, şimdi bu aldatmacayı bir yargılayalım. Bir mahkeme de biz kuralım. Haklıyı haksızdan ayıralım.
İnsanın haklarının temelinde, özünde yaşama hakkı gelir. Özgür yaşamak din, dil, ırk ve renk ayrımı yapmadan bütün insanların hakkıdır. Bütün dinler, bunu emreder. İnsanlığın gereğidir bu. Mevlâna bütün insanlığı boşuna mı davet etmişti? Ya Yunus’taki hoşgörünün kaynağı neydi? Şu anda insan hakları başlığı altında Filistin’e, Irak’a giren özgürlük neden esirliğe dönüşüyor? Kim düşünebilirdi, insan haklarının bir koz olduğunu!
Nedense insanlara özgürlük ve demokrasi götürülüyor hep görünüşte. Sonrası kan, gözyaşı, göçler ve sahillere vuran ölü çocuklar! Her zamanki gibi söz de güçlünün, hak da güçlünün! Her gün yüzlerce insanın ölümünü seyrediyoruz film izler gibi sıcacık güvenli odalarımızda.
En kötüsü de artık bu haberlerin sıradanlaşması biz söz konusu olunca...
Ve çocuklar… Ya onların hakları? Suriye’de, Kerkük'te yıkık dökük duvarlar arasında dolaşan sahipsiz çocuklar günün haber karesi; bir de sahile vuran o ölü çocuk, zihinlere mıhlanan o yürek yarası.
Ve sızlamayan vicdanlar, onlara kol kanat germek yerine ha bire kırıyor kollarını, kanatlarını! Onlar bu oyundaki kurbanlar.
Televizyonu açınca bir haberde sel felaketini, diğerinde kuraklığı görüyorum. Herkesin ağzında “Buzullar eriyor.” lafı. Bir kişi de demiyor ki, bunu dünyaya kim yapıyor? Sonra mevsimlerin değiştiğini söylüyorlar; fakat kimse bu olayı sorgulamıyor. Belki de sorgulanmaktan korkuyor.
Peki, bunun sorumlusu kim? Cevap ortada. Bunu insanların ta kendileri yapıyor. Örneğin; nükleer denemeler, fabrikalar, havaya salınan ne olduğu belli olmayan gazlar, içinde ne olduğuna dikkat edilmeden kullanılan kozmetik ürünler… Kendi sonumuzu hazırlıyoruz, haberimiz yok!
İnsanlık bazı gerçekleri artık yavaş yavaş algılamaya ve sorgulamaya başladı. Afrika’nın neden çoraklaştığını, oradaki insanların birbirlerini neden boğazladıklarını çok iyi biliyoruz artık. Benim atalarımın dünyaya verdiği insanlık dersini, onun mirasını paylaşamayanların ortaya koyduğu vahşeti gördükçe daha iyi anlıyorum.
Dünyanın Mevlana’ya koşmasındaki tılsımı anlamak için daha ne bekliyoruz! Yönümüzü biraz da kendi içimize çevirsek göreceğiz gerçekleri.
Şu yaşlı dünyamıza dönüp baktığımızda sahip olduğumuz her şeyi yavaş yavaş yitirdiğimizi görüyoruz. Önce insanlığımızı yitirdik. Sonra sevgiyi, hoşgörüyü… Şimdi de doğayı yok ediyoruz son sürat. Sözün tükendiği yerdeyiz artık.
Burada susalım ve Şef Seattle’a kulak verelim biraz:
“Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün, insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacaktır.”
Son sözü de bizim Yunus söylesin yine:
"Sular hep aktı geçti.
Kurudu vakti geçti.
Nice han, nice sultan
Tahtı bıraktı geçti.
Dünya bir penceredir
Her gelen baktı geçti."
Gökçen İLERİ
Amasya Şehit Ferhat Ünelli Bilim ve Sanat Merkezi