Amil Çelebioğlu

PORTRELER: 7 MEVLEVÎ HASSASİYETİ: AMİL ÇELEBİOĞLU
Beyaz saçları ile yaşını iki kat fazla gösteren, kalın gözlükleri altında gözleri küçülen; ancak gönlü herkesten iki kat genç ve yumuşak, gözleri sadece bu dünyaya değil öbür dünyaya da gülen bir Mevlevî hassasiyeti: Hocam Amil Çelebioğlu.
Dostlar,
Sözlerime böyle başladım; ancak bunları söyleyecek yüzüm de yok aslında. Aradan onlarca yıl geçtikten sonra böyle bir yazı yazmam, benim ne kadar vefasız olduğumu yüzüme tokat gibi çarpıyor.
 

Tarix: 28-12-2015 // saat: 15:24
Sevgili Dostlar,
Gerçekten de pek çok hocamı ki onlar dünyanın en tatlı, en samimi ve en güzel insanları idi, hayatın gaileleri arasında unutuyorum. Bu vefasızlık beni o kadar üzüyor ki yarın onların yüzüne nasıl bakarım diye kara kara düşünüyorum. Ancak vicdanımın bir tarafı da şöyle demeden edemiyor: “Belki aramak, sormak veya ziyaret etmek konusunda çok kötü olabilirsin; ama neredeyse her gün bir bahane ile aklından geçirip onlara kalben teşekkür ediyorsun ya. Niçin kendine haksızlık ediyorsun? Her gördüğün güzel şeyi, annenle, babanla veya çocuklarınla paylaşmak istediğin gibi onlarla da paylaşmak isteği duyman, onlara vefanı ispatlamaz mı? Bu durum, vefasız olsan da kalpsiz olmadığını göstermez mi?”
Kendimi Şeyriyar’ın Hayder Baba dağından ayrı düştüğü andaki duyguların içinde hissediyorum:
Heyder Baba, senin könlün şad olsun,
Dünya varken ağzın dolu dad olsun,
Senden keçen yakın olsun, yad olsun,
Deyne menim şâir oğlum Şehriyâr,
Bir ömürdür gam üstüne gam çalar.
Amil Hocam hakkında pek çok anım var; ancak ben sizlerle 1990 yılında onun şehit olması üzerine yazdığım yazıyı paylaşmakla yetinmek istiyorum. Hocamı, o yıl, hac ibadeti sırasında Tünel Faicasında kaybetmiştim.
Sevgili Dostlar,
O yazıma geçmeden de onun bir dizesine yazdığım tahmisimi sunmama müsaade ediniz. Şiirin ilk dizesi onun hisli kalbinden akıp gelmiştir; gerisi benden. Sevgili hocam kimbilir hangi dünyevî ve uhrevî hastalıklarımıza “âh” etmekte? Bakınız Hayranî mahlası ile kalplerimizi nasıl hayran bırakmakta?
Bir değil bin âh ile sînemde mihmândır elem
Ey güzeller serveri âh şimdi mümkün mü gülem
Bir ümitsiz yalvarıştan gerçek olsa mucizem
Amma lâkin âh ile sînemde mihmandır elem
Ey güzeller serveri âh şimdi mümkün mü gülem
Söyle sensiz bu cihanda gonca güller açmasın
Gökyüzüm artık gözünden mavilikler içmesin
Söyle gönlümden saâdet son diyâra uçmasın
Bir değil bin âh ile sînemde mihmândır elem
Ey güzeller serveri âh şimdi mümkün mü gülem
İşte onu kaybettiğimiz günlerdeki duygularım:
“Her gün yeni bir şey öğrenmenin, yeniden doğmak” olduğunu;
mutluluğun ancak Mevlana ruhlu olmakta saklı bulunduğunu senden öğrendik.
Zahit insanların, “Vet-tin ü vez-zeytun” diye başlayan sure okunurken sofraya iftar için gelecek zeytin ve inciri düşünecek kadar dünya-perest olabileceğini; ancak böyleler karşısında Yunus gönüllü ve ahirete açık gözlü olabilmeyi senden öğrendik.
Zeytinin tek çekirdekle “vahdet”i; incirin ise, çok çekirdekle “kesret”i çağrıştırdığını ve de bu hassas tartımların yalnız sizinki gibi bilgi ve sevgi yüklü terazilerde yapılabildiğini senden öğrendik.
Seninle Ahmedî, Kadı Burhaneddin, Evliya Çelebi, Şeyhî, Bakî, Fuzulî, Şeyh Galib’i tanıdık ve sevdik.
Seninle Bakî’nin bu kubbede bakî kalan hoş sedasını; Fuzulî’nin başını taştan taşa vurup âvâre gezen Peygamber aşığı sularını; Nef’î’nin hırçınlığını; Nabî’nin hikmetli sözlerini sevdik.
Hayata kalın bir gözlük çerçevesinin altından dahi gülünebildiğini; yükseldikçe de alçakların unutulmayabildiğini; fakülte çaycısından, hizmetlisine kadar gözetilip kollanması gerektiğini senden öğrendik.
Eski şiirin rüzgarını bir nefha olsun duyabildiğimiz ender insanların olduğunu, seni tanıyıp dinleyince anladık.
Şiir okuma zevkimiz seninle nüksetti.
Mevlevî inceliğiyle Şeyh Galip gibi rikkat sahibi olmayı; ağlamayı; gözleri nisan bulutu gibi dolu dolu olmayı senden öğrendik.
Peygamberimi bir güle benzeten şairi seninle tanıdık ve bize:“Bahçevan verse bin gülzare su, yüzün gibi bir gül yetiştiremez” dedin, dedirdin. En sonunda, Peygamberimize kendini sevdirdin.
Ne mutlu ki, yine o uğurda, o yolda, o beldede ruh teslim ettin. Bize senin gibi yaşayıp, senin gibi ölmeyi sevdirdin.
Belki de dualarında, o beldede çene kapamayı diliyordun. Ruhunu orada Rahman ve Rahim olana verdin, verdin amma bizi de anlatılmaz kederlere saldın. Üzüntümüz dünyevîydi. Sevincimiz uhrevî. Çünkü sen artık bir şehittin.
Ölüm üzerine üzülmeyi ve aynı zamanda sevinmeyi seninle öğrendik.
Ölümünü duydum. Yıl 1990’dı. Hıçkıra hıçkıra ağlamayı senin sayende öğrendim.
“Âlimin ölümünün âlemin ölümü” olduğunu senden öğrendim; senin irtihalinle anladım.
Her Kurban Bayramında Allah’a yakın, daha yakın olunduğunu seni kurban verdikten sonra öğrendim.
Ve bir öğrencinin bir hocasını bu kadar çok özleyebileceğini senin sayende öğrendim.
Allah Rahmet eylesin, devrimizin son hoş sedası, Mevlana ruhlu hocam...
Metin Hakverdioğlu
 

Özəl Xəbər
Son şərhlər
Siz də yazın
SİZ DƏ YAZIN