Sevgili Dostlar,
Yunus Emre gibi elime bir avuç alıç meyvesi aldım ve hayale daldım; bakınız neler neler geçti içimden? Rabbime şöyle seslendim:
Allah’ım!
Senin kapına, elimde bir avuç alıç ile geldim. Bu değersiz, çürük çarık alıçlar benim ibadetlerim. Elimdeki alıçlardan birisi, benim namazlarım ki ben onları kılarken hep dünya işlerini düşündüm. Ben onları kılarken hep rekatları şaşırdım. Ben onları kılarken hep zamanını kaçırdım; sabah vakti yerine kuşlukta, akşam vakti yerine cem edip yatsıda kıldım. Ben onları kılarken bazen bankadaki işimi, bazen sokaktaki eşimi, bazen sıkıştığım için çişimi düşündüm. Bazen yataktan çıkmadım; çünkü üşüdüm. Buna rağmen senin kapına boş gelmedim, bu şekilsiz, beş para etmez, dağdan taştan toplanmış alıcı getirdim; namazımı getirdim. Kabul et!
Allah’ım!
Elimdeki ikinci alıç, oruçlarım. Onları tutmak için çok zorlandım. Nefsimle çok mücadele ettim. Çok sıcak ve uzun günlerde bir bahane bulup kazaya bıraktım. Kışın kısa günlerinde kolayca tutup zamandan tasarruf ettim. Ramazan harici sünnet olan oruçlara hiç vakit bulamadım. Gün boyu yemek yemesem de itfada onun iki katını yiyip “sağlık bulmak” yerine sağlığımdan oldum. Nefsimi terbiye etmek yerine açlıktan sinirlenip “terbiyesizlikler” yaptım.
Ya Rab!
Elimde kalan diğer alıç meyvem zekatımdır; ancak onu verecek hiç durumum olmadı. Hayatta hep borçlu yaşadım; zekat kadar paramı faize verdim. Bir türlü faizden ve borçtan kurtulamadım; bir türlü zekat vermek nasip olmadı. Ya Rab, ben de sadaklarımı zekat sayılsın diye biriktirip getirdim. Sadakamı zekat say. Çürük bir alıç olarak onu da ibadet sepetime koy. Kabul et.
Allah’ım!
Hac adını verdiğim şu alıcımı da kabul et. O alıç ki hiç olgunlaşmadı; param olsa dahi yaşım daha olgunlaşmadı. Hele bir seksenli yaşlara geleyim, söz veriyorum “haccedeceğim” hacı olduktan sonra günah defterimi sileceğim. Şimdilik ham bir umut olarak bu alıc’ımı kabul et. Beytullaha gelemedim ne olur affınla muamele et.
Rabbim!
En iyi yaptığım ibadetim ve en ballı alıc’ım kelime-i tevhidim. Onu bol bol zikrettim, anlamını düşünüp hep fikrettim. Gerçi gündüz dünya beni öyle meşgul etti ki tevhidine bir türlü vakit bulamadım. Geceleri uyku bastı şeytanın bacağını kıramadım. Ancak yine de en iyi ibadetim, en sürekli ibadetim bu idi. Ne olur bu zikirle beni yarın haşret; çürük meyvelerimi ahsen-i kabul ibadetlerden farzet. Affet, affet, affet!
Dostlar,
Bu çürük meyvelerin/ ibadetlerin karşılığında Hüda’dan istediklerimi de duymak ister misiniz?
İşte kısa listesi:
Ya Rab!
Bana bu alıçlarım/ibadetlerim karşılığında uzuuuuun ve sağlıklı bir ömür lütfet. Beni, annemi, babamı, çocuklarımı, akrabalarımı, dostlarımı, sevdiklerimi, milletimi, ümmetimi , tüm insanları ve tüm canlıları sağlıklı, huzurlu, mutlu yaşat. Tüm kainatı benim için tıkır tıkır işleyen bir makine gibi çalıştır, göklerden emin olalım. Gökyüzü sulasın yeryüzü yetiştirsin, bizler yiyelim, içelim, kam alalım dünyadan. Tüm hayvanları benim için hizmete amade eyle, tüm bitkileri benim için himaye eyle. Mutlu olayım, güçlü olayım, seveyim, sevileyim, çocuk çoluk sahibi olayım. Hatalar yapayım, sen affet; günahlar işleyeyim sen yok farzet. Vücudumda milyonlarca hücrem hatasız çalışsın, bana sıkıntı çıkartmasın. Kalbim, ciğerim, böbreğim, beynim; gözüm, kulağım, burnum…hiçbiri, hiçbiri en küçük eksikliğe sahip olmasın. Sağlıklı, güzel ve sportif olayım. Bol para kazanayım; ev, araba, iyi bir iş, iyi bir kariyer benim olsun. Dünyadaki her güzelliği göreyim, her meyveyi tadayım, her güzel kokan gülü koklayayım. Alayım, satayım; mutlulukta zirvelerde olayım.
Allah’ım al alıçlarımı, ver sevinçlerimi, ver isteklerimi.
Ha! Unutmadan, bir de bu alıçlara karşılık sonsuz cennetini ihsan et.
Dostlar,
İşte benim istekler listem, o çürük alıçlara/ibadetlere karşılık ne kadar da uzun değil mi?
Mehmet Akif’e kulak verelim, o bu halleri yüz yıl önceden şiirleştirmişti:
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!(… hizmetçin iken)
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmîl edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazîfesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak! (Senin işlerini yapan Allah değil mi…)
Onun hazîne-i in´âmı kendi veznendir!(Onun nimetler hazinesi senin veznendir)
Havâle et ne kadar masrafın olursa… Verir!
Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:
” Yetiş!” de kendisi gelsin, ya Hızr´ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O´na âit: Lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdir-i veznen O; (….. veznedarın O)
Alış seninse de, mes´ûl olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;
Tabîb-i âile, eczâcı… Hepsi hâsılı O. (Aile doktoru, …)
Ya sen nesin? Mütevekkîl! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu?
Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür´ete… Ha?
Metin HAKVERDİOĞLU