Dostlar,
Bu yazımı okurken şöyle diyeceğinize adım gibi eminim: “Metin Hoca da Avrupalıların büyüsüne kapılmış, kendi kültürüne şaşı bakmaya başlamış.” Oysa yazının tamamında, daha güzeli ve doğruyu arayan ve bunu kardeşlerine anlatmaya çalışan bir akademisyen olarak çırpındığımı göreceksiniz. Baştan söyleyeyim: “Bir Türk’ün sıcaklığı ve samimiyeti dünyanın hiçbir yerinde bulunamaz.”
Ancak! Biz Türklerin kaybettiği ve Batılıların alıp evlerine, sokaklarına, şehirlerine götürdüğü bir şeyler var ki işte onlar benim en büyük derdim. Bizden aldıkları ile kurdukları medeniyet kesinlikle yabancısı olduğumuz şeyler değil. Mesela, hoşgörü konusunda bizim toplumumuzun üstünde oldukları açık ve net. Onlarca milletin, çeşit çeşit rengin, yüzlerce farklı inancın ve yüzlerce felsefenin bir arada yaşadığı; yani kurt ile kuzunun bir çayırda dolaştığı bir ortam oluşturmuşlar. Bunun bir sırrı olmalı. İşte bu sırrı kendi tarihimde rahatça görebiliyorum: Osmanlı. Aynı ortamda onlarca inancı yaşatan ve kavga ettirmeyen bir sistemi Osmanlı kurmuştu. Peki ne oldu da bizim olan bu “birlikte yaşama sırrını” Batı keşfetti; biz kaybettik.
Dostlar,
Açık konuşmamı ister misiniz?
Bizim acilen “İslam” kelimesinin şerhin yapıp toplumumuza uzun uzun anlatmamız lazım. İslam, selamette olmak ve herkesin elimizden, dilimizden, işimizden emin olması demektir, diye sokak sokak, okul okul, ev ev, gönül gönül anlatmamız lazım. Yani bir insanın benden emin olması için inancının, dilinin, ırkının, renginin, mezhebinin, meşrebinin aynı olması şart değildir. Eğer ben “iyi” isem herkes benim gibi olmak isteyecektir. Eğer ben “kötü” isem, terör dahi estirsem kimse benimle aynı yola gitmeyecek ve beni dinlemeyecek.
İşte dostlar,
Acizane benim, bizde temelde gördüğüm eksik bu. Peki, bu eksiklik bize atalarımızdan mı miras? Asla!
Düşünün, Kudüs’te yüzlerce yıl kan dökülmemiş bir devir var mı?
Evet var; Osmanlı Devri.
Düşünün, Balkanlarda barışın hakim olduğu katliam yapılmadığı asırlar yaşandı mı?
Evet yaşandı; Osmanlı Asrı.
Düşünün,Anadolu’da köylerde dahi Cami ve Kiliselerin beraber olduğu çağlar oldu mu?
Evet oldu; Osmanlı Çağı.
Pazarda satıcıların “ Ben siftah ettim, komşumdan alışveriş yap da o da siftah etsin.” diyen insanlar gördük mü?
Evet gördük; Osmanlı pazarları.
Yere tükürenlerin, yüksek sesle bağırıp çağıranların, yollarda insanlara eziyet edenlerin “Peygamberimizden habersiz zavallılar” olarak görüldüğü demler yaşandı mı?
Evet yaşandı; Osmanlı yılları.
Peki Dostlar,
Şu anda bu hasletler Londra’da yaşanıyor, dersem utanmaz mıyız? Birbirini yiyen ve pislik içinde “Orta Çağın” karanlığına yuvarlanan bu insanlar nasıl oldu da bizim hasletlerimizi aldı? Nasıl oldu da biz
Sünni- Şii
Kürt- Türk
Laik- anti laik
Sağcı- solcu
Esmer- sarışın
Açık- kapalı
Dinli- dinsiz
Müslim- gayrimüslim
diye birbirimizi karalar, yer, bitirir, öldürür olduk?
Nizam-ı Âlemi sağlayan bir millet artık nizamsızlığın girdabında sürüklenip gidiyor. İlay-ı Kelimetullahın erleri birbirini tekfir ediyor. Kozmosun fatihleri, kaosun kilitlerini kırıyor.
Dostlar,
Şu günlerde ülkemizde ve çevresinde yaşanan olaylar burada anlamsızlaşıyor; çünkü her bireyin “en doğru benim” demektense “herkesin bir doğrusu vardır” diyen bir zihniyetle “barışı” arayan insanlar mutlaka bir ortak nokta buluyor. Biz bulamıyorsak, bir yerlerde yanlış yapıyor olmalıyız; ancak bu yanlış karşımızdakini “öldürünce” düzelmez, önce bunu anlamamız lazım.
Dostlar,
Gelin fabrika ayarlarımıza dönmeye çalışalım. Allah’ın ve Resulünün çizdiği hatları bir kez daha gözden geçirelim. Göreceğiz ki yüzlerce uzlaşma noktası Kur’an’da var; yüzlerce anlaşma örneği Hz. Peygamberimizde var; binlerce tecrübe Türk örf, âdet, gelenek ve göreneklerinde var; onlarca medeniyet tecrübesi İslam âleminde mevcut.
Bu kadar “var” içinde, “yok” olmayı ve yok etmeyi nasıl başarıyoruz şaşıyorum.
Allah’ım yurdumu ve Müslüman kardeşlerimi her türlü fitneden koru!
Metin hakverdioğlu