Sevgili Dostlar,
Yıllardır kafa yorduğumuz meselelerden birisi de çocuk eğitimi ve çocuk ruhunu inşa etmektir. Bir çocuk düşünün ki binlerce saldırıya maruz kalıyor ve sonunda doğru, dürüst ve ahlaklı olması isteniyor.
Bir çocuk düşünün ki televizyonu, interneti, gazete, dergi ve radyosu ile sürekli bir yerlere doğru itilirken kendi kültürüne sadık kalması umuluyor.
Bir çocuk düşünün ki annesi dahi onu televizyon karşısında unutuyor; kızgın güneşte yanan yavrucak gibi yanıp kavrulmasına göz yumuyor.
Bir çocuk düşünün ki babası, cep telefonu ile onu başından savmanın mutluluğu içinde kendisini TV programlarına teslim ediyor.
Ve bir çocuk düşünün ki her elini attığının alınacağını sanacak kadar doyumsuz bir nefisle büyütülüyor.
Dostlar,
Turan’a doğru yürüyen bir neslin ilk nüvesi çocuklarımız, bebelerimiz, balalarımız değil midir? Onların kaybı geleceğimizin kaybı değil midir?
Bakınız, sizlere çarpıcı bir haberden bahsedeceğim. “İstanbul’da etkinliğe katılan Almanya’nın 10. Cumhurbaşkanı Christian Wulff, ilk olarak bir anaokulunu ziyaret etti.” Şimdi sizler “Bunu neresi çarpıcı haber?” diyeceksiniz. Dostlar, bu, çok çarpıcı bir haber; çünkü Batı bir gerçeğin farkına çoktan varmış durumda: Çocuk yedisine kadar ne ise yetmişine kadar da odur. O yüzden Alman idarecileri en çok altı yaşına kadar olan çocukların eğitimini önemsiyorlar.
Peki bizde durum nedir?
Dostlar,
Bizim en çok ihmal ettiğimiz yaş grubu 0-6 yaş arasındaki çocuklarımızdır. Onlar çoğu zaman “eğitim için erken” denilerek ihmal ediliyorlar veya “nasıl olsa çocuktur” denilerek uzman olmayan insanların eline bırakılıyorlar.
Lütfen şöyle etrafınıza bir bakınız, insanlar çocuklarını kreş veya anaokuluna gönderdiği zaman nasıl bir halet-i ruhiyeye kapılıyor. Açık ve net söylüyorum işte onların cümlesi: “Para veriyorum; çocuğumu kreşte sekiz saat oyalasınlar diye ortam sağlıyorum.” İşte bu “para veriyorum.” sözü maalesef bizlerin anaokulu kreş mantığımızı ve burada çalışan öğretmenlere bakışımızı özetliyor.
Dostlar,
Sizler para verseniz de anaokullarında ve kreşlerde istediğiniz gibi hareket edemezsiniz, etmemelisiniz.
Sorunlu bir ailenin çocuğu anaokulunda mesele çıkardığı zaman; babası şiddet filmlerini oğlu ile izlediği için, anaokulunda o çocuğun şiddet eğilimi gösterdiğinde “Çocuk benim değil mi, istediğimi izletirim.”deme hakkımız var mıdır?
İnanıyorum ki on yıla kadar Turan’ın her yerinde, Batı’da olduğu gibi, bu çocuk sizin malınız değil; bu çocuk toplumun bir bireyi, ferdi, denilecek ve sizler istediğiniz gibi onları yönlendiremeyeceksiniz.
Dostlar,
Belki izah etmekte zorlanıyorum; ama bir felaket üzerimize kara bulutlar gibi gelmekte. Görenler ve haykıranlar vardır mutlaka. Fakat, gelen felaketin büyüklüğü öyle kolay izah edilecek gibi değil. Nesiller ellerimizden kayıp giderken, medya denilen canavar “Medusa Etkisi” ile yavrularımızı taş keserken, anneler-babalar bu canavara yavrusunu seve seve teslim ederken, kime ve neye şikayet edelim.
En iyisi ben sizlere yaşanmış bir hadise ile durumun vahametini anlatmaya çalışayım:
Günlerden bir gün, Turan’ın bir şehrinde bir anne adayı hamile olduğunu öğrendi. Sevinçli geçen birkaç günden sonra, anne adayı sigara içme ve stresli hayatına devam etmede bir beis görmedi. Dokuz aylık sıkıntılı ve hırpalayıcı bir dönemden sonra dünyaya gelen çocukcağız, belki de başına gelecekleri bildiği için gün boyunca ağladı.
İlk sağlık problemini annesinin içtiği sigaradan yaşadı: Astım.
Anne, yoğun iş hayatını doğumdan hemen sonra da devam ettirdi; baba, zaten çocuğa bakmakla yükümlü değildi. Babanın görevi para kazanmak ve aileye reislik etmekti. Çocuk için bakıcı anne bulmakta zorlanan çift, en sonunda hiçbir şart koşmadan bir kadına çocuklarını bırakmak zorunda kaldılar. Sekiz-beş mesaisinde bakıcıya bırakılan yavrucak, gün be gün solgunlaştı. Bu durumun farkına varamayan anne ve baba, hayatın hızı içinde yorgun argın geldikleri evde yavrularını doyurup yatırmakla görevlerini yaptıklarını sandılar.
Gün geldi çocukcağız kreşe ve sonra da anaokuna gönderildi. Artık daha fazla isteme ve istediğini koparma fırsatı olduğunu fark eden çocuk, her gün bir şeyler ister oldu. Yıllar boyu o istedi, anne- babası aldı. Hiç sorgulamadılar, “yarın bu isteklerin sonu gelmezse”diye.
Anaokulu öğretmenleri sürekli onları uyardı: “Çocuğunuz çok yaramaz, istekleri bitmiyor, arkadaşları ile uyumsuz, TV alışkanlığı hat safhada, şiddet eğilimi çok yüksek…”
Anne ve baba her seferinde “Parasını veriyoruz. İdare etmek, sizin görevinizdir.”dediler.
Gün geldi, babası başından savmak için eline oyun dolu telefonunu tutuşturdu; gün geldi annesi onun bütün sevdiği çizgi filmleri izlemesine izin verdi. Saatleri ve günler hep sanal âlemde geçen çocuk ilgisizlik denizinde kaybolmuş bir sandala döndü. Bazen şiddet ve yaramazlık krizleri ile, bazen içine kapanıklıkla kendini ifade etmeye çalıştı; ama olmadı. İnternet oyunları içinde binlerce insanı öldüren bir “counter strike” kahramanı oldu.
On sekiz yaşına geldiğinde her şeye isyan halindeki genç, artık çılgınca ve tedbirsizce hareket etmeyi kendini ispatlama yolu olarak görmüştü. Her türlü bağımlılık ve kötü alışkanlık yanında, hız tutkusu onun sonu oldu.
Anne babasından son istediği şey, son model bir motosiklet oldu.
Anne baba hiçbir zaman çocuklarının bu hâle nasıl geldiğini anlayamadılar. Sadece şöyle dediler: “Oysaki biz onun her istediğini almıştık!”
Dostlar,
Bilmem anlatabildim mi? Turan’ın çocuklarını yetiştirirken bir kez daha düşünelim. Özellikle Kazak Türklerinin çocuk yetiştirme yöntemlerine biraz dikkat edelim. Türklerin en güzel çocuk yetiştirme özellikleri onlarda daha hâlâ yaşıyor.
Geliniz Dostlar,
Şu Türk oğlu Türk nesillerimizi Türk gibi dürüst, ahlaklı, hareketli, imanlı, irfanlı, başarılı ve ülkülü yetiştirelim. Onlara bir kızıl elma olarak “nizam-ı âlem ve îlây-ı kelimetullahı işaret edelim.
Arif Nihat Asya’nın dizeleri ile sözlerimizi bitirelim:
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan !
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan ....
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.!
Metin HAKVERDİOĞLU