Azerbaycan yollarında

Bugün Azerbaycan ile Türkiye arasındaki paralel durumdan bahsetmek istiyorum.

Tarix: 25-11-2014 // saat: 08:58
Sevgili Dostlar,
Bugün Azerbaycan ile Türkiye arasındaki paralel durumdan bahsetmek istiyorum. Ancak öncelikle niçin özellikle din ve tasavvuf konusuna yoğunlaştığımı açıklamak istiyorum.
Dostlar,
Benim branşın eski Türk edebiyatı. Araştırdığım dönem Osmanlı Dönemi. Divan şiiri denilen ve tamamı tasavvuf ve din eksenli bir sanat üzerinde yoğunlaşıyorum. Yani kısacası benim gözlüğüm hep dinî ve tasavvufî edebiyattır. Ben bunu bilir bunu söylerim. Gider eski şiirden bir konuyu alır, bugünkü yansımalarına bakarım. İyi ve güzelin pörsümez bir çiçek olduğunu bildiğim için, hemen yeni nesle aktarırım. Bilirim ki insanlığın temel değerleri hiç değişmez. O değeri Balzac’ta görürsem alır, aktarırım; Fuzuli’de görürsem alır, satarım. En küçük bir fark görmem aralarında. Ancak dediğim gibi asıl çalışma saham eski Türk edebiyatı, divan edebiyatı olduğu için daha çok din ve tasavvuftan bahsederim.
Azerbaycan’da da yine bu tarikin izlerinde yürüdüm. Nerede din, tasavvuf ve edebiyat varsa oraları gördüm. Beni Azerbaycan’ın ekonomisi ilgilendirmez, ilgilendiremez. Ekonomiden anlayan bir akademisyen mutlaka ondan bahsetmiştir. Herkes işine bakar, ben de kendi penceremden Fuzulî’ye, İsmail Şirvanî’ye, Mir Hamza’ya, Seyyid Yahya Şirvanî’ye bakarım.
Bakarım ve görürüm ki çok şeyler kaybolmuş gitmiş. Hem de paralel olarak. Yani hem orada hem de burada.
Bazıları, Azerbaycan’da dinî hayatın sönüklüğünden bahsederken şunu görebiliyor mu acaba: Türkiye’de de durum farksız.
Azerbaycan’da, Kürdemir’de, İsmail Şirvanî’nin şehrinde namaz kılacak yer bulamadım, derken hayıflanıyoruz; ancak Amasya’da durum nedir diye bakmak da gerekmez mi?
Geçen günlerde Mir Hamza’nın yanında yetişmiş bir nineye sahip olan arkadaşıma mahsustan sordum: Mir Hamza namaz kılar mıydı, diye. Gözleri fal taşı gibi açıldı: O ne biçim soru, dedi. Ninem, Mir Hamza’nın abdestsiz yere bastığını görmemiştir, dedi. Yani Mir Hamza ibadetinde, taatinde bir insandı ve bizim medar-ı iftiharımızdı öyle mi, dedim. Tabii ki öyle, dedi. Peki “sen”, dedim, sen onun gibi ibadetinde taatinde misin. “Hayır!”
Anlamadığım şey bu işte: Ya Mir Hamza gibi bir örnek var, ibadet aşkı her şeyin üstünde; ya Mir Hamza yanlış tanınıyor, başka felsefeler var.
Açık söyleyeyim, Mir Hamza 1886’daHakk’a yürüdükten elli altmış yıl sonra onun yolu hem Azerbaycan’da hem de Türkiye’de ters yüz edilmiştir. Azerbaycan’da durumu anlarım, Rus baskısı; ancak Türkiye’deki bu değişimin nedeni nedir? Ruslar bütün İslamî motifler gibi onu da unutturmuş olabilir; ancak Türkiye’de buna neden olan amil nedir?
Azerbaycan’da, İsmail Şirvanî bağını gezerken bunları düşündüm, içim bir tuhaf oldu. Benim mahzunluğumu anlamış olmalı ki, mübarek bağdan gül kokuları duymaya başladım. Aynı anda yanımdaki Ahmediye Bey de: “Hocam gül kokusunu aldınız mı?” dedi. Etrafta bir tane bile gül fidanı yokken üstelik.
Belki de İsmail Şirvanî, bana bir teselli nefhası gönderip, üzülme “ Şu istikbal inkılabatı içinde en gür sada yine islam’ın sadası olacaktır.”diyordu.
Dostlar, tekrar söylüyorum, benim işim, mutasavvıf şahsiyetleri ve şairleri araştırmak. Ben, onlarda bu özellikleri görüyorum; bugüne aktarıyorum. Farklı anlayan varsa o da o yönden anlatsın. Güneş balçıkla sıvanamayacağına göre hakikat er geç ortaya çıkar.
Mir Hamza diyor ki;
Fikrimde budur salat-ı kaim
Gönlümde dilimde ola daim
Her dem sana salatım olsun
Her lahza bu varidatım olsun
(salat: namaz)

 Dos.Dr. Metin Hakverdioğlu

Son şərhlər
Siz də yazın
SİZ DƏ YAZIN