Dostlar,
Amasya’da Pir İlyas adlı bir âlimin kabri mevcuttur. Bu kabirde yatan kişi ilmini Amasya’dan feyzini ise Azerbaycan’ın kalbinden, Şamahı’dan almıştır. Anadolu’da Halvetiğinin ilk temsilcilerinden olan Pir İlyas, Şamahı ve Bakü’den dünyaya ışıklar saçan bir tarikatın Anadolu’ya akan nuru olmuştur. Bu şahsın dünyaca ünlü bir torunu vardır: Mihri Hatun. Mihri Hatun, o devir kadın hakları üzerine şöyle bir şiir yazıyor:
Çünki nâkıs 'akl olur dirler nisâ
Her sözüñ magrûr tutmakdur revâ
Lîk Mihrî dâ'inüñ zannı budur
Bu sözi der ol ki kâmîl usludur
Bir müennes yegdurur kim ehl ola
Biñ müzekkerden ki ol na- ehl ola
Bir müennes yeg ki zihni pâk ola
Biñ müzekkerden ki bî- idrâk ola.”
“ Kadınlar eksik akıllı olur derler, o yüzden ( ey Mihrî ) her sözünü - kadınları temsil ettiğin için- mağrur tutman gereklidir. Lakin bu hususta Mihrî kardeşinizin fikri şudur: Bu kadar sözler söyler- bu kadar güzel şiirler söyler- o halde her kadın gibi-o kamil ve akıllıdır.
İşinin ehli bir kadın yeğlenmelidir işinin ehli olmayan bin erkeğe. Zihni açık, zeki bir kadın yeğlenmelidir bin anlayışsız erkeğe.”
Dostlar,
Bu şiirin yazıldığı yıllar 1400’lü yıllar, bu şiiri yazan bir Halveti şeyhinin torunu, bu şiiri yazan bir kadın ve bu şiiri devrin şehzadesi Bayezid’e sunuyor. Garip değil mi demokrasi ve insan haklarının herkes tarafından dillendirildiği bir devirde, artık bu kadar kolay hak savunuculuğu yapamıyoruz. Geçmişin karalandığı ve kadın düşmanı ilan edildiği bir dönemde, ne kadar cahil ve cani insanlar yetiştirdiğimizin farkında mıyız?
Dostlar,
Mihri Hatun çok eski bir örnek olarak görüldüyse size yenilerden, Lale Devrinden bir kadın tanımı aktarayım. Bakın, Nedim kadını nasıl tarif ediyor:
Haddeden geçmiş nezaket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı al olmuş sana
Bûy-ı gül taktir olunmuş nazın işlemiş ucu
Biri olmuş hoy birisi destmâl olmuş sana
“Ey sevgili, nezaket denilen “incelik kavramı” tekrar tekrar hadde makinesinden geçirilip inceltilmiş ve bir kıl haline getirilmiş; sonra da sana boy pos olmuş.
Mey denilen kırmızı şarap da tekrar tekrar süzülmüş şişeden; sonra senin yanağındaki allık olmuş.
Gülün kokusu ise tekrar tekrar damıtılmış sana mis gibi kokan bir hoy (huy) olmuş; naz denilen şeyin de ucu işlenmiş ve senin eline mendil olmuş.”
Dostlar
Bir kadının bu kadar ince tasvir edildiği toplumda kadının değeri nedir, varın siz karar verin.
Biraz daha yakına gelelim 1960’lı, 70’li yıllarda Muzaffer İlkar bir bestesinde şöyle diyor:
Şarkılar seni söyler dillerde nâme adın
Aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadın
Ona Vecdi Bingöl şu güftesi ile destek oluyordu:
Leyla bir özge candır,
Kara gözlü ceylandır
Doyulmaz hüsn-i ândır
Kanılmaz bir içim su
Leylâ Leylâ âh Leylâ
Peki ya şimdi:
Nazan Öncel bir şarkısında şöyle bağırıyor:
Al aşkını götür cehennemin dibine
Şanslı köpek
Koca bebek
Ayıp sana
Hakan Altun:
Yaklaşık bir senedir
Tedavülden kalktın sen
Bendeniz:
Sen çekirdeksin yavrum hayatımda
Üç kuruşluk aklınla benle oynama
Çelik:
Al başını git bu evden, görmesin gözüm
Usandım, bıktım usandım dırdırından
O köpeği de sakın unutma
Al onu da götür yanında
Kalmasın bir şeyin bu evde,
Bana da böyle bağırma
Dostlar,
Bu garabetin Azerbaycan da dahil pek çok Türk yurdunda pop kültürü adına artık kadını meta’laştırdığını kim inkar edebilir.
Diyorum ki,
Kadınların şiddet gördüğü bir dünyadaysak sebebi, Mihrî gibi kadınlık abidelerinin azalmasından olmalı, eski şiirlerdeki kadın figürünün kabalaşmasından olmalı ve pop adına kadını alınıp atılan bir şey gibi görmemizden olmalı.
Ama olamamalı dostlar, olmamalı; çünkü,
Leylâ bir Özgecan’dır.
Metin Hakverdioğlu