Hüzünlü bir öykü, çaresiz bir serzeniş yatar bu sözlerin satır aralarında. Özüne, töresine bağlı; fakat devlet olamayan bir toplumun, devlet olup da millet olma kabiliyetinden yoksun bir toplum tarafından topraklarından sürülüşünün ve yok edilişinin acı öyküsü…
Bağımsızlık, her insanın rahatlıkla derin bir nefes alabildiği yerde saklıdır yüzyıllardan beri. Bunu bilmek değil; onu saklı olduğu yerden çıkarıp benimseyebilmektedir asıl kudret. Nasıl gerçekleşeceği apaçık ortada olmasına rağmen herkes fark edemez bu işin sırrını, sadece bunun için çaba sarf edenler aşınadır bu sırra.
Büyük devletler, güçlü milletlerden doğar.
Peki, güç nasıl var olur? İşte bu sır, atalarımın yüzlerce yıllık hayat tecrübesinde saklıdır. Gücümüzü, devlet aşılar bize önce. Daha sonra kanımıza karışır ve sonrasında yayılır tüm benliğimize. Bu güç değer görmekle, özgürlükle ve cesaretle harman edilmiş; bilgiyle, ilimle ve inançla taçlandırılmıştır.
Aksi, başkalarına kulluk ya da yok oluştur.
Tarihimizde güçlü kağanların, padişahların, komutanların ve devlet adamlarının yanı başında hocalarını görmemiz hep bundandır. Hanların yoldaşı Dedem Korkut’un Kağanlardan son sözü alıp boy boylayıp soy soylaması, Osman Gazi’nin Şeyh Edebali’si, Fatih’in Akşemsettin’i ve Mustafa Kemal’le Kemal adını veren matematik öğretmeninin kendilerinden önce anılmasının altında yatan gerçek budur. İşe bir de gönül sultanları karışır ki, onlar da tarihin dönüm noktalarında halkın arasında boy verip insanlara doğru yolu göstermiş, “Alp”lere yol açmıştır. “Alperenler” bu ocakta yetişip onlardan el almıştır.
İnsanı yaratılmışların en şereflisi sayarak, bütün yatırımı insana yapmıştır benim atalarım. Batılıların akıl hastalarını, içlerine şeytan girmiş, diye yaktığı bir dönemde, benim dedelerim akıl hastalarını müzikle, su sesiyle tedavi yoluna gitmiş. Yaşadığım şehirde, Şehzadeler Şehri Amasya’da bulunan Bimarhane, bugün de bütün ihtişamıyla bunu belgeler. İnsanları devletine bağlayan sır da buradadır işte. Değer gördüğünü hisseden insan, hep daha cesur ve daha güçlü olmuştur tarihte. Devletine sahip çıkmıştır. Soğuk bir kış gününde çocuğunun sırtındaki battaniyeyi top mermisine saran ananın bu davranışını başka türlü izah etmek mümkün müdür!
Sadece insanı mı yüceltmiştir benim atalarım?
Hayır! Yaratılmış bütün canlılar nasibini almıştır bu asil duruştan. Yine Kurtuluşun Besmelesi’nin yazıldığı şehrimdeki asırlık çınarların gölgesinde insanlığa huzur emziren Bayezıt Külliyesi’ni gezenler, buradaki caminin en göz alıcı köşesine yapılmış “Kuş Sarayı”nı görünce hayranlıklarını gizleyemezler. Bu eserde “Kara Kıta”nın ormanlarını kesip yok ederek oradaki tüm canlıları açlığa mahkûm eden ve günümüzde de bunu sürdüren anlayışın, sözde insan hakları savunucularının suratına tokat gibi çarpar tarih, bu duruşu.
Halkını bir insan topluluğundan farksız gören devletler ise mahkûmdur binlerce yıllık tarihin arasına karışıp yavaş yavaş kaybolmaya. Sadece ismi kalır hatıralarda. Belki o da silinir hafızalardan zamanla. İçi boş bir mücevher kutusuna benzer böyle devletler. Dışarıdan her şey çok güzel görünür; fakat içine baktığımızda, aslında çok boş olduğunu da görürüz. Bütün süsü bir anda kaybolur, gözlere bulaşan cila görünmez olur ve anlamsızlaşır.
Devlet, bir mücevher kutusuysa, insanlar da onun en değerli hazineleridir. İnsanı yaşatırsan, devlet de yaşar! Aksi tükeniştir! Yok oluştur!
Devlet anadır bizde. Evlatlarını kanatlarının altına alır ve sahiplenir. Cennet’i anaların ayağına seren bir inanç çeşmesinden kana kana içen Türk insanı da devlet ve vatan kavramlarını birleştirerek bir potada yoğurmuş, bu uğurda her cefayı ödül saymıştır. Devlet ana da evlatlarına sırtını döndüğü zaman yine devletinin bekası için ihtarı çekmiştir yöneticilerine:
Ya devlet başa ya kuzgun leşe!
Çünkü tecrübeler gösteriyor ki halkına sırtını dönen devlet yaşamaz. Yaşayamaz. Devletin yaşaması insanına sahip çıkmasıyla doğru orantılıdır.
Devletleri, güçlü ve önemli kılan nedenlerden birisi de bireylerinin paylaşmayı bilmesidir. Kötüyü, iyiyi beraber yaşıyorlarsa, her daim birbirlerine, ülkelerine destek oluyorlarsa geleceğe sağlam temeller atılıyor demektir. Millet olabilmenin olmazsa olmazıdır bu davranış.
Eğer bir ülkede insanların yüreği kin tutmaya başlamış, insanlar paylaşmayı unutmuşsa, üstüne üstlük susturulmuşsa insanlar, devletlerinin geleceği de yosun tutmaya başlamış demektir. Güneş batmaya başlamıştır o millet için artık. Asla unutulmamalıdır ki:
Hür İnsanlarının Sesi, Bir Devletin Nefesidir.
Süleyman SOYDAŞ
Amasya Şehit Ferhat Ünelli
Bilim ve Sanat Merkezi