Peki kimdir, Abdi-zâde Hüseyin Hüsameddin Yasar? İşte kısa hayat macerası:
Tarihçidir.
Cumhuriyet döneminde Yasar soyadını aldı.
Amasya Tarihi adlı eserin yazarı olarak tanınmıştır.
İlk tahsilini Amasya'da yaptı.
1879 yılında Balcı Mektebine başladı ve hafızlığını tamamladı.
1883'te Rüştiyeye girdi ve 1887'de buradan birincilikle mezun oldu.
Rüştiye tahsili sırasında özel hocalardan da ders aldı, Farsça öğrendi.
1890'da İstanbul'a giderek Kalenderhâne Medresesinde tahsilini ilerletti.
Ayrıca Nakşibendî-Halidî şeyhlerinden Ömer Ziyaeddin-i Dağıstanî'den Zübdetül-Buhârî okudu.
Mevlevî Ahmed Remzi Efendi 'den feraiz dersleri, değişik beldelerde birçok hocadan ders okudu.
Bir ara Şam'da bulundu.
1899'da tekrar İstanbul'a döndü.
Medrese icazetini Tokadîzâde Ahmed Nureddin Efendi'den aldı.
Vakıflar nezaretinde Arapça mütercimliği yaptı.
Köprü, Osmancık, Refahiye gibi beldelerde resmî görevlerle bulundu.
1909'da kurulan Tarîh-i Osmânî Encümeni üyeliği yaptı.
Kabri Feriköy mezarlığındadır.
Bu kadar kısa bir hikayenin içine toplamda otuz cildi bulan eserler yerleştirmek, ancak ve ancak Osmanlı eğitim sisteminin bir mucizesi olsa gerektir.
“Nakşibendî-Halidî şeyhlerinden Ömer Ziyaeddin-i Dağıstanî'den Zübdetül-Buhârî okudu”, sözünün altını özellikle çizmek istiyorum. Bu cümleden bence şu anlam çıkar: Osmanlının en değerli evlatlarını keşfeden ve hayata en üst düzeyde bilgi ile atılmalarını sağlayan kurumlar, tekkeler ve medreselerdi. Bu cümleyi şöyle de yorumlayabiliriz: Mutasavvıflar, müderrislerin eline hazır malzeme vermek için yetenek avcılığı yapıyorlardı. İlginç değil mi?
Dostlar,
Hüsameddin Hüseyin’in Azebaycanlı Amasyalıları, ayrıntılı bir şekilde anlatmasının bir nedeni de onun ders aldığı bu, Ömer Ziyaeddin-i Dağıstanî olmalı. Biliyorsunuz, Azerbaycan’dan ayrılan tüm Türkler, Dağıstan vizesi ile Anadolu’ya geçmiştir; çünkü Ruslar Azerbaycan Türklerinin, Anadolu Türkleri ile gidiş gelişine izin vermiyordu. Dağıstan vizesi bir anlamda Rusları atlatmanın bir yolu olarak kullanıyordu.
İşte Dostlar,
Bir millet düşünün ki, bir tarihçi yetiştirmiş, Amasya’da; Heredot gibi Türk tarihine babalık yapmış. Bir millet düşünün ki her âlimini, şairini, hakimini, ümerâsını, hükemâsını tek tek yazmış; Hüseyin Hüsameddin kalemi ile.
Ancak!
Bu tarih 2016 yılında dahi çelik dolaplarda, eski yazı haliyle kilitli kalmış olsun. Latinize dahi yapılmamış olsun. Basılmamış olsun. Yayınlanmamış olsun.
Olabilir mi?
Olur dostlar olur.
Şu anda, Türk tarihinin Heredot’u Hüseyin Hüsameddin Efendi tarafından yazılmış olan Amasya Tarihi, Latin Alfabesi ile basılmış değildir. Bir konuda ona başvuracaklar, ancak ve ancak Osmanlıca bilmesi halinde ondan yararlanabilmektedir.
Belki kızacaksınız ama söyleyeceğim:
Londra’da British Library’de kendi kitabım “Lale Devri Kasideleri” mevcut mu acaba diye araştırınca, hayretle gördüm ki, İngiltere’de benim kitabım kütüphane raflarına yerleşmiş. Hüseyin Hüsameddin’in eserleri de oraya ulaşmış; ancak daha hala Amasya’ya, Türkiye’ye ulaşamamış. Daha hala alfabe penceresi kapalı diye, milyonlar onun onlarca cildinden beslenemiyor.
Yazık ki ne yazık!
Onun şair tarafı:
Ey Amasya!, bana söyle nasıl füsûn ettin?
Hangi hüsnünle beni kendine meftûn ettin?
Öyle bir câzibe-i aşk yarattın dilde,
Beni bu derd-i füsûnkâr ile dil-hûn ettin.
Kilkimi hüsnünü gösterneye tahsis ettim.
Kendi ikbalin için ömrümü merhun ettin.
Metin HAKVERDİOĞLU