PORTRELER 6 T. S. ELİOT veya İNGİLİZ DİVAN ŞAİRİ

Hz. Muhammed’in parmaklarından akıttığı su ile bütün orduyu suya kandırdığı; misafir gittiği evdeki üç kişilik yiyecekle yüzlerce ensar ve muhaciri doyurduğu her Müslüman’ın malumdur. Buna inanan her insan için Allah’a ve Peygamberine iman bir kat daha güzelleşir. Ama acaba İncil’deki şu bölümü duyanlar ne derler:
“İsa, siz onlara yiyecek verin! diye cevap verdi. Öğrenciler, gidip iki yüz dinarlık ekmek mi satın alıp onlara yedirelim, dediler.

Tarix: 6-1-2016 // saat: 15:53
İsa, kaç somun ekmeğiniz var, dedi. Gidin, bakın! Onlar da öğrenip beş somun ekmekle iki balık var, dediler. İsa herkes küme küme yeşil çayıra otursun, diye buyruk verdi. Yüzer, ellişer kişilik topluluklar oluşturarak yere oturdular.
İsa, beş ekmekle iki balığı eline aldı. Gözlerini göğe kaldırarak onları kutsadı. Ekmekleri böldü, insanların önlerine koysunlar diye öğrencilerine verdi. İki balığı da tüm topluluğa dağıttı. Herkes doya doya yedi. Arta kalan ekmeklerle balıklardan on iki küfe dolusu topladılar. Ekmek yiyenler beş bin erkekti.” (Markos 30-44 s. 82)
Bir insan, peygamberlik alâmeti olan bu mucizelere inanmıyorsa, şuna şaşmalı: “Nasıl olur da her iki peygamber aynı paralelde böyle insan üstülükler gösterebilirler? Eğer bir insan “Tanrıyı insan yarattı.” yerine “İnsanı Tanrı yarattı.” diyebiliyorsa; yani Pozitivizm ve Materyalizmin kör karanlığında değilse, bu paralellikten kendine müthiş paylar ve görevler çıkarır. Hz. İsa İncil’in bir bölümünde “Allah’a imanla şu dağa gel desen, o sana doğru gelir.” buyuruyor. Hz. Muhammed ise bir ağaca “Gel ya ağaç!” buyuruyor, ağaç geliyor. Dedik ya bunlar saçmalık demeyen – ki milyarlarca Müslüman ve milyarlarca Hıristiyan buna inanıyor- her insan, tekrar kültür dağarcığını yoklamalı ve neden binlerce ortak noktalarımız varken Hıristiyanlara bu kadar düşmanca duygular besliyoruz demeli. Aynı düşmanca tavrı Hıristiyanların Müslümanlara karşı takındıkları da bir gerçek.
Ne yapmalı? insanları ortak noktalardan bu kadar uzaklaştıran sebepler nelerdir? Niçin Yunus, Mevlana gibi hoşgörü abideleri yetiştiren bizler bu kadar bağnaz olduk. Cevap gayet basit: cehalet. Okumayan, araştırmayan; kendi dininin kitabını dahi açıp Türkçesinden olsun okuyup anlamaya çalışmayan bir toplumdan başka ne beklenebilir ki? Hıristiyanlarda ise yenemedikleri bir inat önlerindeki en büyük engel. Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul edememe bağnazlığı.
Başlıkta ismi zikredilen T.S. Eliot iyi okunduğunda “Kelimeyi şehadet getirmek haricinde bizim inancımıza tıpa tıp fikirler arz eden bir düşünürdür. Başlıkta kullandığım ifade idialı gibi görülebilir; ancak bu “İngiliz Divan Şairi” dediğimiz kişinin, eserleri okunduğunda “insanla Tanrı arasında en büyük engel olan materyalizme karşı verdiği mücadele ile” divan şairi ile kol kola, gönül gönüle olduğu görülecektir.
“Eliot, Batının yetiştirdiği birkaç büyük şair- düşünürden birisidir. Eliot’u edebiyatta romantizme ve felsefede hümanizme cephe almış bir şair olarak göstermek, bir ölçüde, insan- merkezli kainat görüşü ile Tanrı-merkezli kainat görüşünü de karşılaştırmak anlamına gelmektedir. Şunu hemen belirtmek yerinde olur: Eliot Tanrı-merkezli bir kainat görüşünü, hümanizmin insan merkezli kainat görüşüne karşı savunurken, romantizmin, hümanizmin ve çağın ilmi yaklaşımının da ürünlerini toplamayı bilmiş ve kendi çağdaş klasik dünya görüşünü ve sanat anlayışını büyük bir sentezin üzerine inşa etmiştir.” (T.S. Eliot’un Şiirlerinde İnsanın Kendisini Gerçekleştirme Teması-Sevim Kantarcıoğlu )
Sevim Kantarcıoğlu’nun yazdığı bu eser, Avrupa’da günün politikalarına damgasına vurduğu halde bizde kulak ardı edilen bu çağımızın düşünürünü, 1987’den bize tanıtmaktadır. Bugün Avrupa solunun dine yaklaşması nasıl izah edilebilir dersiniz? Tabii ki Eliot gibi felsefeciler sayesinde. Bizler alışmışız her şeyi yüzlerce yıl geriden takip etmeye, bu ve benzeri fikirlere de kapımız ve kulaklarımız şimdilik sımsıkı kapalı kalmıştır.
Kantarcıoğlu’nun eserinde ele alınan şairin dört eseridir: J.A. Prufrock’un Aşk Şarkısı ( The Love Song J.A. Prufrock), Gerontion, Çorak Toprak (The Waste Land) ve Dört Kuartet (Four Quartets). Bu dört eserde şair Eliot, insanı kendini gerçekleştirmesi ve insanın öz beninde doğuştan var olan bütün istidatların geliştirilmesi üzerinde durmaktadır. Fizik âlemin dışında yalnız özbenindeki sâfiyete kavuşabilenlerin ulaşa bileceği bir fizikötesi âlemden bahseden şair, ülkemizde de binlerce satılan “Martı”,“Simyacı” gibi romanların ana temasını ortaya koymaktadır: Fenafillah.
İnsanın Allah ile trans haline gelmesi ya da Allah’ın varlığında kendini ertip yok etmesi, benliğinden kurtulması anlamına gelen fenafillah, Batılı yazarların-tabi ki Eliot’un da- arayıp bulamadıkları terimdir.
İşte divan şairi bu noktada önem kazanmaktadır. Asıl meseleyi inançsızlık ve insan merkezli materyelist düşüncelerde görüp Batının en büyük çıkmazını ifade eden Eliot’un sözü bıraktığı yerde divan şairi söze başlamaktadır. İnsanın hayvan seviyesinden bir gömlek yukarıda olduğunu söyleyebilen İngiliz Bediüzzaman, çözümün iksirini bulmakta bîçare kalmıştır. İncilin insan dimağını tatmin edemeyen noktalarında, Hint ve İran inanışlarını devreye sokan düşünür, yine “bilindik” Hıristiyan inadı yüzünden “İslamı” ve “Tasavvuf” formülünü görmezden gelmiştir. Sadece divan şiirini okumuş ve ön yargısız değerlendirmiş olsaydı bu şair, Hıristiyan dünyasına hiç bitmeyecek bir nur kaynağı bulmuş olacaktı: Kur’an. Ama olmadı, Leyla ve Mecnun mesnevisinde anlatılan, Romeo ve Jülyet’de tekrar edilen iki sevgilinin kavuşamaması temi yine sahneye çıkmıştır.
Doğu-Batı, İslam-Hıristiyan, medeniyetler arası şavaşın söz konusu edildiği bu günlerde, terör ve insanlık dışı her hareketin tek pan-zehiri bu iki düşünürde mevcut: İngiliz Eliot ve Türk divan şairi. Fikir-edebiyat-din üçlemi dün olduğu gibi bugün de insanlığa diriltici bir soluk vermeye hazır; yeter ki almak isteyelim.
Eliot’un divan şiiri ve şairi ile paralelliklerini araştırmak başlı başına bir makale konusudur; ama Galip ile birleştiği noktayı tespit etmek gayet kolaydır, şu beyit:
Bir şu’lesi var ki şem’-i cânın
Fânusuna sığmaz âsmânın
Divan şairi ile Eliot’un en temel noktada birlerişmesi ile noktayı koyalım; amabu şarkı burada bitmez, çok güzel ve akla hayret veren benzerlikler var, iki medeniyet arasında. Keşke iki taraf da bir an önce görse…
Ölülerin gömülüşü ile şair ölümü diğer hayatın kapısı olarak göstermeye çalışır. İlahi bir düzen içinde insan, topraktan gelip toprağa gidecektir. Eliot bu noktada Tanrı korkusunun ölüm korkusunun yerini alması gereği üzerinde durmaktadır. Sadece Tanrısından korkan insan, İrade Hürriyeti içinde seçimini yapabilecek ve eylem dolu bir hayat yaşayabilecektir. En büyük eşitleyici ölümdür.
“Geçmişin bütün ölüleri ve onların düşmanları, ebedî sessizliğin anayasasını kabul edip aynı partide birleşmediler mi? Hem mağluptan hem galipten devraldığımız ve onların bize bırakmak mecburiyetinde oldukları yegane miras, ölümde tamamlanan bir ömür, bir sembol değil midir?” (KANTARCIOĞLU, 1987)
“Sana ibret gerek ise gel göresin bu sinleri
Ger taş isen eriyesin bakıp görücek bunları
Şunlar ki çoktur malları gör nic’ oldu halleri
Sonucu bir gömlek giymiş onun da yoktur yenleri
Hani mülke benim diyen köşk ü saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yatarlar taşlar olmuş üstünleri
Bunlar bir vakit beyler idi kapıcılar korlar idi
Gel şimdi gör bilesin bey hangidir ya kulları” Yunus Emre
METİN HAKVERDİOĞLU
 

Son şərhlər
Siz də yazın
SİZ DƏ YAZIN